11 Haziran 2011 Cumartesi

İnsan kendini sevmeli midir?

İnsan kendini sevmeli midir?
İnsan kendini sevmeli midir? Kendini seven insan bencillikten kendini nasıl koruyacaktır? İnsanın kendisini sevmemesi kendinden bir vazgeçiş, başkasına bir yöneliş midir?


Bu sorular önemli. İnsanın başkalarıyla kuracağı ilişkiyi kendiyle kuracağı ilişki belirler çünkü.

İnsan değerli addettiği şeyi sever. İnsanın kendini sevip sevmemesi ve sevgisinin onu sürükleyeceği yol kendine biçtiği değerle ilintilidir.

İnsanın kendine biçeceği değer, iki farklı ve birbirine zıt referansa dayalı olabilir. Birinci referans, kendi aklının belirlediği, "kendince", "arzularına göre şekillenen" ölçütlerdir. Hakikate dayalı bir sabitesi yoktur bu ölçütlerin. Kişinin, "hedeflerime ulaşabiliyorsam, başarılı, zengin, güzel vb. olursam-değerliyim" diye kabulleri mevcuttur.

Kutsalla bağını koparan kişi artık varoluşunu hep kendiyle ilintilendirir. Kendi kendinin sahibi olduğuna inanan, kendi adına yaşayan ve var olan; varlığının amacını, kişiliğini ve hayatını mükemmele ulaştırmak olarak güdümlemiş büyüklenmeci bir insan, zahiren kendini sever görünürken; kendini sevmeyle kendinden nefret etme salınımında savrulur. Çünkü kendine biçtiği değer gelgitlerden kurtulamaz, anlık iniş ve çıkışlara gebedir. Bir gün başarılıdır, kendini sever, takdir eder hayran kalır. Bir gün ise değildir, kendine kızar, hatta nefret eder. Bir gün güçlüdür, kendinden geçer; bir başka gün zayıftır, kendini yerin dibine batırır. Bugün kazanır, yarın kaybeder. Bugün genç ve güzeldir, yarın bir trafik kazasında yüzü yaralanır, aynayı eline bile almaya cesaret edemez. Ya da yolunun üzerinde yaşlılığın alametleri belirir günbegün. Her gün biri siyah biri beyaz iki fare hayatını kemirmektedir.

Kutsal bir referansa dayanmayan bu sözde kendini sevme biçiminde gene sözde bir değer biçer insan kendine. Narsisistik doyumlarla oyalanır durur. Heva ve hevesin peşinde harcar hayatını. Kusursuzluğa, muhteşem olmaya, tanınmaya, ilgi gören olmanın peşindedir. Kendini yüceltmek, büyüklenmeci bir tutumun içine girmek zorundadır. Çünkü işin aslında kendini sevmek de yetmez ona. Başkalarının sevgisine bağımlıdır. Ne kadar yüce olursa o kadar sevileceğini sanır. Hem yüceliğine inanır hem kendinden aşağı gördüğü varlıklara ve insanlardan sevgi ve ilgi dilenciliği yapar, zillete düşer. Sürekli kendini başkalarıyla kıyaslayarak varlığının değerini ölçüp biçer. Hep başkalarının üstüne çıkmayı arzular. Bu ancak "olmayla" değil "görünmeyle" mümkündür. Hep iyi ve mükemmel görünme tutkusu insanın kimyasını bozar, onu kendine yabancılaştırır. Çünkü olduğuyla göründüğü arasında dağlar vardır.

Kutsalla bağını koparan insan ne kadar kibirlenirse kibirlensin, kendini ne kadar üstün ve değerli görürse görsün, kendini ne kadar sevdiğinden dem vurursa vursun, sarkaç eninde sonunda bir nihilizm noktasında durur. Hayatın yükünü ve tekâlifini kaldıramayan insanın eninde sonunda kendiyle arası bozulur. Artık kendi ve her şey bir hiçe dönüşür. Kendine ve her şeye bir kızgınlık duyar.

İkinci değer arayışı Mutlak Varlık kaynaklıdır. İnsan Mutlak Varlığı referans aldığında artık kendisi aradan çıkar. Kendini "her şeyi sanatla yaratan bir Yaratıcının" yarattığı ve onun rahmet ve keremine mazhar olan sonsuz değerli bir varlık olarak addeder. Bu bakış açısıyla kendindeki Mutlak Varlığın sanatlı nakışlarını da idrak eder. Kendiyle Mutlak Varlık arasında bir intisap, bir bağ kurmuş olur. Kendinin kıymeti O'nun sanatı ve O'nun isimlerinin tecellisini gösteren bir ayna olması cihetiyledir.

Artık, sevdiği kendisi olmaktan da çıkar. İnsan kendinde tecelli eden isim ve sıfatları seviyordur. Çünkü Mutlak Varlık'tan bağımsız değil, O'na aittir. Kendiyle kurduğu ilişki Yaratıcı'yla kurduğu intisap ve bağlılık itibarıyladır. İnsanın hakikati de bu değil midir? O olmaksızın insan denilen varlığın ne önemi kalır ki? Yiyen içen sonra da ölüp hiçliğin içinde yok olup gidecek bir varlığın ehemmiyeti nedir ki?

Kutsal bir referansa dayalı kendimizle kurduğumuz ilişki bizi hem zillete düşmekten hem de kibirden kurtarır. Sadece biz değil, her varlık Mutlak Varlık tarafından yaratılmıştır. Yaratılmışlık açısından onlarla bizim aramızda tam bir eşitlik söz konusudur. Her varlık kendi kabiliyeti nispetinde O'nun sonsuz isimlerini gösteren bir ayna, O'na hizmet edenlerdir. İnsan bu açıdan daha kabiliyetlidir ve diğer varlıklarla yaratılmışlık noktasında eşit, ancak O'na hizmet açısından üstün bir konumdadır.

Artık kendi değerini belirlemek için başkalarıyla kıyaslamasına da gerek yoktur. Çünkü referans noktası başkaları değil, Mutlak Varlık'tır. Yine bu bakış açısında insanın kendini sevmesi büyük iniş çıkışlara gebe değildir. Mutlak Varlık'la kurduğu ilişki dışındaki hiçbir şey onun değerini elinden alamaz. Yaşlanmak bile O'nun sanatının üzerinde tezahür edişidir. Ölüm bile O'nun yarattığı sonsuzluğa açılan bir kapıdır.

9 Haziran 2011 Perşembe

HALKLA İLİŞKİLERDE KURUMSAL SOSYAL SORUMULULUK

Öncelikle kısaca Halkla İlişkiler ile ilgili bir giriş yapmak istiyorum.Halkla ilişkiler bir yanıttır.Diyalog, güvenilir kaynaklar ve anlam taşıyan deneyimlerle ilişkileri korumaktır.Bir firma yada ürün itibarını tüketiciyle kurduğu diyalogla yapılandırır.Ve firmaların bu iletişim için iş deneyimlerine gereksinim duyarlar.Bu diyologların kurulması,,iş deneyimlerinin bağlanması gibi durumlarda halkla ilişkilerin payı çok büyüktür.Bu bağlamda halkla ilişkiler,bulunduğu şirket menfatiyle toplumun yada tüketicinin menfaatleri arasında,ikisinide memnun etmeye çalışır.


Şirketlerin yerine getirmesi gereken birçok sorumluluk vardır.Bunlardan en önemlileri;karlı olmak,hukuki kanunlara uymak,toplumsal beklentilere uyumlu davranmak ve sosyal sorunların çözümü için gönüllü katkıda bulunmak.Kurumsal sosyal sorumluluk bunların herbirini doğrudan etkiler.Çünkü toplumun beklentilerine,sorunlarına ilgi gösteren kurumlar,her anlamda çalışanlarıyla,hissedarlarıyla,müşterileriyle sağlıklı ilişkiler kurabiliyor.Bu bağlamda Kurumsal Sosyal Sorumluluk,şirketlerin daha iyi bir toplum için gönüllü olarak katkıda bulunmasıdır.Şirketler sadece işilerini değil,toplumsal sorumluluklarınıda ciddi bir planlama ile gerçekleştirmeli.Gündemine bu konuyu hep taşımalı.Toplumsal sorumlulukları yerine getirirken diğer kuruluşlarla yada sivil toplum örgütleriyle işbirliği geliştirmeli.

Bizim derslerde öğrendiğimiz gibi yada şirketler tarafından kabul edilen,sosyal sorumluluk programlarını halkla ilişkiler uzmanları rehberliğinde gerçekleştirilir.Ama bunun dışında Kurumsal Sosyal Sorumluluğun halkla ilişkilerin sorumluluğundaki biri iletişim aracı olmaktan çok özellikle kurumların politikalarını ve karar alma mekanızmalarını ilgilndirdiği bilinmelidir.Sosyal sorumluluk çalışmalarını çoğu zaman şirket yaptığı gibi çalışanlarında biraraya gelerek yaptığı yada yapabildiği bir ilietişim yöntemidir.


Kurumsal imaj,kurumsal kimlik,ve kurumsal itibar gibi kavramların yönetilmesi halkla ilişkilerin başlıca sorumluluklarındandır.Bu bahsettiğimiz kavramların oluşmasında veya gelişmesinde çalışanların anahtar rolü vardır.Özellikle Kurumsal sosyal Sorumuluk alanında...

Bir işyeri,sosyal sorumluluk uygulamasına önce kendi bünyesinde başlamalıdır.Örneğin,kendi çalışanlarının eğitilmesini önemsemeyen bir şirket sırf reklam olsun diye bir eğitime destek kampanyasında yer alması ne kadar inandırıcıdır?Bu tip uygulamalar kısa süreliğine olumlu etki yaratsada bir süre sonra yapılanların içten olmadığı düşüncesiyle ters tepebilir.Bundan dolayı yapılan Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri çok geniş düşünülüp her anlamda hakkı verilmeli ve insanları başka düşüncelere sevketmemeli.Bu konuda bize büyük görev düşüyo...


Sonuç olarak hızla yayılan ve günden güne popüleritesini artıran bir meslek olan halkla ilişkiler bu zamana kadar sadece 1 kişinin çalıştığı bir departman olmaktan çıkarak,halkla ilişkiler ajanslarına,şirketlerine yani daha donanımlı çalışmalara dönüşümüştür.Çünkü şirket içindeki kıymeti,etkisi günden güne artmaktadır.Bu anlamda hocalarımız,bizim oldukça donanımlı olup,kapsamlı düşünmemizi,yaratıcı olmamızı derslerde özellikle tavsiye ederler.......